ATATÜRK’ÜN SON GÜNLERİ VE VEFATI
Bütün hayatını düşmana karşı mücadele, Türk milletinin kurtuluşu ve çağdaşlaşmasını sağlamakla geçiren Mustafa Kemal Atatürk, 1935 yılında sağlığıyla ilgili sıkıntılar yaşamaya başlamıştır. Bu yıllarda görülen rahatsızlıkları eski hastalıklarının depreşerek onu rahatsız etmesi değil, dış görünüşüne de yansıyan genel bir çöküntü meydana getiren derecede bir hastalık olmuştur. Hastalık sürecinin ilk aşamalarında rahatsızlığı ile ilgili olarak tam bir teşhis koyulamamıştır. Rahatsızlığına rağmen yoğun çalışma temposundan bir türlü vazgeçemeyen Atatürk, kendini eskisi kadar dinç ve dinamik hissetmemeye başlamıştır. Atatürk’ün zaman içerisinde ten rengi solmaya başlamış, yüz hatlarında derin kırışıklıklar meydana gelmiş ve çabuk yorulmaya başlayan bir fiziki görünüm sergilemeye başlamıştır.
Atatürk, 1935 yılında Dr. Asım Arar’dan kendisini muayene etmesini istemiştir. Hekim denetiminden pek hoşlanmayan, zorunlu olmadıkça doktora başvurmayan Atatürk’ün bu isteği çevresindekiler tarafından şaşkınlıkla karşılanmıştır. Aradan yaklaşık 4 ay süre geçmesine müteakip temmuz ayında Dr. Neşet Ömer İrlep’ten aynı talepte bulunması sonucunda Atatürk’ün rahatsızlığı iyice ortaya çıkmaya başlamıştır. Rahatsızlığı 1936 ve 1937 yıllarında da devam eden Atatürk 1937 yılının Nisan ayında üç hafta içinde 6 kere Ankara Numune hastanesine gitmek zorunda kalmıştır.
21 Ocak 1938 tarihinde kaplıca sularının yararlı olacağı ümidi ile Yalova’ya giden Atatürk’ün hastalığı ile ilgili ilk teşhisler burada tanımlanmıştır. Kaplıca Doktoru Dr. Nihat Reşat Belger tarından yapılan muayene neticesinde Atatürk’ün karaciğeri ile ilgili sıkıntılarının olduğu tanısı koyulmuş ve gerekli tedaviler başlatılmıştır. Atatürk’ün hastalığı ile ilgili olarak ilk tanıyı koyan Doktor Nihat Reşat Belger “Karaciğer büyümüş ve sertleşmiştir. Kaşıntılarının ve kanamalarının nedeni, süreğen (kronik) karaciğer sayrılığına bağlı Siroz’dur.” demiştir. Bu şekilde bir tanıya ulaşılmasına şaşıran Atatürk hastalığı konusunda özel doktoru Neşet Ömer İrdelp’i Yalova’ya çağırmış ve tekrar muayene olmak istemiştir.(tarihin.com) Yapılan geçmiş incelemelerde böyle bir tanıya ulaşamayan Doktor Neşet şaşırmış ve “sekiz ay önce yaptığım muayenede siroza ait bilgiler ve belirtiler görmemiştim” diyerek tanı koymada geç kalındığını açıklamış ve Atatürk’ün kesinlikle dinlenmeye ihtiyacı olduğunu belirtmiştir.
Hayatı sürekli çalışma ve mücadele içinde geçen Atatürk dinlenmeye fırsat bulamamış, hastalığı süresince birçok konu hakkında ülkenin gelişmesi için canla ve başla çalışmalarını sürdürmeye devam etmiştir. 1938 yılında Bursa Gemlik’te iki fabrikanın açılışına katılmıştır. Yağmur altında kalan ve üşüten Atatürk bu günden sonra rahatsızlıkları iyice artmaya başlamıştır. 19 Mayıs 1938 tarihinde Gençlik ve Spor Bayramına katılan Atatürk, o dönemde ülke için büyük sorun teşkil eden Hatay sorunu ile ilgili çalışmalara yoğun bir şekilde mesai ayırmıştır.
3 Temmuz 1938 tarihinde Hatay’ın bağımsızlığa kavuşması hasta yatağında dinlenen Atatürk’e iletilmiştir. İyileşme umudunu hiçbir zaman yitirmeyen Atatürk, 29 Ekim 1938 yılında Türk ordusuna sanki silah arkadaşlarıyla ve Türk milletiyle vedalaşıyormuş gibi bir nitelikte bildiri yayınlamıştır.
8 Kasım 1938 tarihinde derin bir komaya giren Mustafa Kemal Atatürk 9 Kasım gecesi saat dokuz sularında gözlerini açıp “saat kaç?” diye sormuş ve ertesi sabah 10 Kasım 1938 tarihinde saat 09.05’te ruhunu sonsuzluğa teslim etmiştir.
16 Kasım tarihinde Atatürk’ün Türk Bayrağına sarılı tabutu Dolmabahçe Sarayı’na katafalka konulmuştur. 19 Kasım 1938 tarihinde ise Profesör Şerafettin Yaltkaya tarafından kıldırılan cenaze namazından sonra Yavuz Zırhlısı ile İzmit’e, oradan da özel bir trenle Ankara’ya getirilen Atatürk’ün naaşı, 21 Kasım 1938 tarihinde Etnografya Müzesi’ndeki geçici kabre konulmuştur. 10 Kasım 1953 tarihinde ise büyük bir törenle ebedi istirahatgahı olan, Anıtkabir’e nakledilmiştir.
Kaynak adres : http://www.tarihin.com/ataturkun-vefati.html
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.