Orhan Gazi Osmanlı Devletinin 2. Hükümdarı olmuş, İznik, İzmit, Karesi fetihlerini gerçekleştirmiş ve Osmanlı Tarihinin en başarılı hükümdarlarından biri olmuştur
Orhan Gazi, babasının vefatı ve kardeşinin manevi desteği ile Osmanlı Devletinin 2. Hükümdarı oldu. Orhan Gazi dönemine ait en muğlâk ve tartışmaya sebep olan husus Bursanın fethi olmuştur. Osmanlı Tarihçisi Âşık Paşazade, Bursanın Osman Gazi döneminde fethedildiğini belirtse de yabancı kaynaklar (Joseph von Hammer, Nicolae Jorga, v.b.) fethin Orhan Gazi döneminde gerçekleştiği görüşündedir. Buna paralel olarak Osman Gazinin ölüm tarihi konusunda da kaynaklar arası mutabakat yoktur. Bu kaynaklar 1324, 1326 ve 1327 tarihleri arasında farklı bulgular sunar. Ancak doğrudan Türk Tarihinin tanıklığını yapmış olanların rivayetlerini derlemiş olması bakımından Âşık Paşazadeyi referans almak daha rasyonel olacaktır.
Âşık Paşazade, Bursanın fethinin Osman Gazinin ölümüne çok yakın bir tarihte gerçekleştiğini belirtmektedir. Her ne kadar literatür kültürü bakımından bu fetih Osman Gazi dönemine ait bir vaka olarak kaydedilmiş olsa da doğrudan Orhan Gazi marifetiyle gerçekleştirilmiş olması bakımından Bursanın fethini Orhan Gazi dönemi içerisinde değerlendirmek daha doğru olacaktır.
Osmanlı beyliği ilk zamanlarında bölgedeki komşuları ile iyi ilişkiler gütmüş, sınır komşuları olan Bizans tekfurlarıyla barış ve karşılıklı menfaat ilişkileri doğrultusunda sulh temelli bir münasebet geliştirmişti. Osmanlı beyliğinin zamanla devletleşmesi ve önemli bir güç halini alması ve tabii ki Osmanlının esas gayesi olan gaza ve fütuhat düşüncesi için yeterli şartların oluşması bölgedeki Tekfurlar ile Osmanlı Devletinin karşı karşıya gelmesini kaçınılmaz hale getirdi.
Osman Gazi bu minvalde öncelikli olarak Bizansın en kuvvetli tekfurluğu durumunda bulunan İznike taarruz etti ve şehri onlarca yıl sürecek bir kuşatma altına aldı. İzniki kuşatmadan kurtarmak isteyen Bizans, Bursa ve çevresindeki tekfurlara (Valilere) ait kuvvetleri bir araya getirerek Osman Gaziye karşı koymaya çalışsa da tarihe Koyunhisar Muharebesi olarak geçen mücadele ile hem bölgedeki Bizans tekfurlarını hem de bu kuvvetlere destek amacıyla gönderilen Bizans kuvvetlerini büyük bir mağlubiyete uğratarak devletin sınırlarını İznik ve Bursa Ulubat hattına kadar genişletmeyi başardı.
Hem İznik kuşatma altına alındı hem de Bursa tekfurluğunun Bizans ile bağlantısı kesilerek ikmal ve askeri yardım imkânları ortadan kaldırılmış oldu. Ancak hem İznik hem Bursa hisarları (surları) kaim ve aşılması güç bir engel durumundaydı. Bu minvalde doğrudan fetih yerine hisarın çevresi kuşatılarak dışarıdan mal, erzak ve asker tedariki engellenerek tekfur ve tekfurluğa bağlı Bizans tebaasının teslim olmaya zorlanması gerekiyordu.
Bursanın kuşatılması Dimbos savaşının sonrasına tekabül eder (1303). Dimbos savaşına müteakip Bursayı fethetmek isteyen Osman Gazi, hisarın ana giriş kapısına hâkim cenaha bir havale hisarı yaparak kalenin ana kapısından giriş çıkışları engellemiş, hisarın dağ sırtlarına da ayrı bir hisar yaparak dışarıdan gelebilecek olası bir taarruza karşı önlem almıştı. Bu kuşatma yalnızca hisarlarla değil doğrudan tebaanın hisar çevresine yerleştirilmesiyle de devam ettirildi.
Bursa kuşatması tam 23 yıl sürdü. Bu süre zarfında Bursa Tekfurluğu fakru zaruret içerisine girdi. Tebaa yarı aç yarı tok yaşıyor, erzak olmadığı için hazinedeki altınlar bir işe yaramıyordu. Üstelik Osmanlı, kendi rızasıyla hisarın dışına kaçan gayrimüslim köylüleri teslim oldukları için ödüllendirerek kendilerine hisarın dışında müreffeh bir yaşam sunuyor, hisarın dışındaki Bizanslı köylüler hisarın ardından bağırarak onları teslim olmaya çağırıyorlardı.
Kuşatma amacına ulaşmış, Bursa Tekfuru içerisinde bulunduğu acizliğe daha fazla dayanamayarak Bursayı teslim etmeye razı olmuştu. Bunu öğrenen Orhan Gazi, tekfura haber göndererek kaleyi teslim etmesini istedi. Tekfur, kendisi ve ailesinin canının bağışlanması, şahsi servetine el konulmaması, şehrin yağmalanmaması ve isteyen ailelerin hisardan çıkmasına izin verilmesi şartlarıyla hisarı teslim etmeyi kabul etti. Bu anlaşmaya ek olarak Orhan Gaziye 30 Bin altın karşılığında Osmanlı kuvvetlerinin nezaretinde hisardan ayrılarak Gemlik üzerinden gemiyle Bizansa (İstanbul) gitti.
Bursa ahalisinin bir kısmı hisardan ayrılsa da önemli bir kısmı Osmanlı himayesinde yaşamayı seçti ve bu kitle zaman içerisinde Müslümanlığı kabul ederek Osmanlı tebaası haline geldi. Hisarın teslim alınmasından sonra antlaşmada da taahhüt ettiği üzere şehri yağmalamadı. Orhan Gazi tekfurluğun hazinesini gazilerine bağışladı. Bu büyük ganimet her bir gaziyi zengin etmeye yetecek kadar çoktu.
Tekfurun teslim olması için arabuluculuk yapan tekfurun veziri Saroz, hisardan ayrılmadı ve Osmanlı himayesinde yaşamayı tercih etti. Bununla birlikte kendi şahsi hazinesini de Orhan Gaziye sundu. Orhan Gazi bu ganimeti de Gazilerine bağışladı.
Orhan Gazi, Saroza hisarı teslim etmeye ne sebeple karar verdiğini sorduğunda aldığı yanıt dikkat çekicidir. Saroz; Bunun için pek çok sebep var. Birincisi sizin devletiniz büyüdü ve güçlendi ama bizim uğursuz devletimiz bahtsızlaştı. İkincisi, Baban köylerimizi zaptettiğinde köylülerimiz size itaat ettiler ve bizden yüz çevirdiler, bizi anmadılar. Niçin ansınlar, sayenizde rahata kavuştular. Onları görüp bizde o rahatlığa heves ettik. Üçüncüsü, tekfurumuzun çok malı vardı ama alacak bir şey yoktu. Altınlarımız bize fayda etmiyordu. Dördüncüsü imparatorumuz düşkün ve aciz biri oldu. Beşincisi kötüye uyduk, Kite tekfuruna uyduğumuz için bu hale düştük. Altıncısı ise dünya hep değişir. Şimdi bizimde değişmemiz gerekiyor demiştir.
Orhan Gazi, hisarı sulh yoluyla almıştı ancak saraya gelirken ölmüş Bizans askerleriyle karşılaşmıştı. Onların durumunu sorduğunda Saroz şu yanıtı verdi; Çoğu açlıktan öldü.
Bursanın fethinde birde sembolik vaka yaşanmıştır. Bilindiği üzere Bizansın surları aşılınca surlara sancağı diken Ulubatlı Hasan İstanbulun fethinin sembolü olmuştur. Bursanın fethinde de hisarın fethedildiğini ilan etmek gayesiyle Osmanlı sancağını diken kişinin adı Ahi Hasandır. İlginç bir tevafuktur ki; Osmanlının iki değerli başkentinin fetih sancakları Hasan isimli sancaktarlar tarafından çekilmiştir.
Orhan Gazi, Bursaya büyük önem vermiş, ilerleyen yıllarda bölgeyi Türkleştirerek Osmanlı tebaası olmak isteyen Müslüman kitleleri Bursada ikame ettirmiştir. Bursa tekfurluğunun gayrimüslim köylüleri de zaman içerisinde İslamı kabul ederek bölgenin yerli halkı arasına girmiş, zamanla kalabalık bir yerleşim yeri haline gelmiş ve nihayetinde fethinden 9 yıl sonra Osmanlı Devletinin başkenti olmuştur (1335).
Osmanlı Devletinin kuruluşuna tanıklık etmiş, Ertuğrul Gaziden Osman Gaziye yadigâr ve miras kalan ve Osmanlı Devletinin güçlenmesinde büyük katkılar sağlayan bazı şahsiyetlerin önemini vurgulamak gerekir. Bu şahsiyetler henüz Osmanlı Devleti kurulmamışken Ertuğrul Gazinin nökerliğini yapmış, onun vefatından sonra Osmanlı Devletinin kuruluşuna tanıklık etmiş ve büyük hizmetlerde bulunmuşlardı. Bu nökerler; Turgut Alp, Abdurrahan Gazi, Samsa Çavuş, Konur Alp ve Akçakoca, Osman Gazi döneminde de vazifelerde bulunmuş, bazıları ise Orhan Gazi dönemine kadar ulaşmışlardır.
Turgut Alp, henüz Osmanlı Devleti kurulmamışken Osman Gazinin Beylik döneminde İnegölün fethini gerçekleştirmiş, vefat ettiği 1330lu yıllara kadar bulunduğu dönemin en güç ve zorlu vazifesi olan Uç beyliği vazifesini üstlenerek İnegölde bulunmuştur. Günümüzde İnegölde bulunan Turgut Alp köyü halen kendisinin adını yaşatmaktadır.
Samsa Çavuş, genç yaşta Ertuğrul Gazinin hizmetinde bulunmuş, Osman Bey döneminde Karaçepüş ve Karatigin hisarlarının fethinde görev yapmış, İznikin fethinde büyük kahramanlıklar göstermiş, bereketli ömrü boyunca Sakarya hattının savunmasını üstlenmiş, ömrünün son yıllarında Pelekanon Savaşına katılmış, gayretkeş hayatının nihayetinde 1330 yılında vefat etmiştir. Türbesi Mudurnu (Bolu) yakınlarındaki Hacımusalar köyünde bulunmaktadır.
Abdurrahman Gazi, yine Ertuğrul Gazinin nökerliğini yapmış, Karaçepüş, Karatigin ve İznik kuşatmalarında mühim vazifeler üstlenmiş, Sakarya hattında Bizans uçbeyliği vazifesini üstlenerek Akça Koca ile birlikte Sakaryadan Üsküdara kadar olan bölgelerin fethini gerçekleştirerek yaşadığı dönemde Konur Alp ile birlikte Osmanlı Devletine en kıymetli hizmetlerde bulunan kumandan olmuştur. Konur Alp ile birlikte Samandra ve Aydos kalelerinin fethini gerçekleştiren Abdurrahman Gazi, bu zor ve müşküllü vazifeyi ifade ettikten kısa bir süre sonra vefat ederek fatihi olduğu Samandrada defnedilmiştir. Günümüzde Samandıra (İstanbul) Abdurrahman Gazi mahallesi kendisinin adını yaşatmaya devam etmiştir ve türbesi buradadır.
Konuralp, yine Ertuğrul Gazinin nökerliğini yapmış, gerek beylik gerekse Osmanlı Devleti döneminde hemen her savaşta büyük vazifeler üstlenmiş, ömrünün son yıllarında Abdurrahman Gazi ile birlikte Aydos ve Samandranın fethini gerçekleştirmiş, İznikin fethinde bulunmuş, ömrünün son yıllarında ise Orhan Gazinin emriyle Geyve, Pamukova, Mudurnu, Adapazarı ve Düzceyi fethederek devletine son hizmetini gerçekleştirip 1326 yılında hayata gözlerini yummuştur. Günümüzde ismi Düzce Konuralp Beldesinde ve eski adı Konuralp Eli olan Adapazarı Hendek ilçesinde yaşatılmaktadır. Bursa Söğütde adına yaptırılan bir Türbe bulunmaktadır. Ancak mezarının yeri kesin olarak bilinmemektedir.
Akçakoca, Ertuğrul Gaziden yadigâr kalan bir başka değerli kumandandır. Karaçepüş ve Karatigin hisarlarının, İzmit ve İznikin fethinde büyük kahramanlıklar ve önemli vazifeler üstlenmiştir. Sakarya, Düzce ve Kocaeli havzasının fethi Akçakocanın gayretleriyle gerçekleşmiştir. Bereketli ve muzaffer bir ömrün ardından 1328 yılında vefat etmiştir. Günümüzde Kocaeli Şehri ve Düzcenin Akçakoca ilçesi Akçakocanın ismini yaşatmaktadır. Türbesi adını taşıyan Kocaelinin Kandıra ilçesine bağlı Babaköyde bulunmaktadır.
Bu kıymetli kumandanlar Orhan Gazinin hükümdarlığını ilan etmesine müteakip birkaç yıl içerisinde Hakka yürüyünce Orhan Gazi uç beyliklerinin ve fethetse de henüz demografik açıdan tam anlamıyla yurt haline getirilmemiş Sakarya, Bolu, Düzce hattının idaresini yeniden şekillendirdi.
Orhan Gazi, Konuralp ve Akçakocanın vefatı üzerine bu bölgelerin idaresi büyük oğlu Süleyman Paşaya verdi. Diğer oğlu Murat Gaziyi ise daha güvenli bir bölge olan İnönü (Eskişehir) sancağına vazifelendirdi.
Orhan Gazi, hükümdarlığının ilk yıllarında kardeşi Alâeddin Paşanın tavsiyeleri üzerine devlet erkânı, askeri nizam ve ekonomik alanlarda bir takım inkılaplar gerçekleştirmiştir. Bu inkılâplar Osmanlı Devletini beylikten devletli olmaya taşıyan sürecin bir tür kilometre taşı olma özelliğini taşır. Zira Osmanlı Devleti her ne kadar devletli olmuş, bağımsızlığını ilan etmiş ve fetihlerle Anadolu Türklerine ilham kaynağı haline gelmiş olsa da henüz Anadoluda ki diğer beyliklerden çok farklı bir siyasi dokuya sahip değildi.
Gazilerin börkleri tıpkı diğer Anadolu beyliklerinde olduğu gibi Kızıl renkteydi. Alâeddin Paşa, ayırt edilebilir olması amacıyla bu börkleri Ak renkle yeniden tanzim etmeyi tavsiye etti. Buna mukabil hükümdarın başına, gazilerden farklı olarak burma tülbentten bir başlık (Kavuk) hazırlatıldı. Bu kavuk, âdeti müteakip yıllar boyunca diğer Osmanlı Hükümdarlarının hükümdarlık alameti olmuştur. Çok ince kumaştan burularak hazırlanan bu başlık hem bir hükümdarlık alameti hem de hükümdarın kefeni olma özelliğini taşıyordu.
Bu uygulamaların yanı sıra Osmanlı Devleti kendi tebaasının kullanımına tahsis edilmek üzere gümüş sikkeler bastırarak devletli olmanın bir gereğini daha yerine getirmiş oldu. Artık Osmanlı hâkimiyeti altındaki bütün bölgelerde Osmanlı sikkesi ile alışveriş yapılacaktır.
Orhan Gazi, kardeşi Alâeddin Paşanın tüm tavsiyelerine uymuş, böylelikle Alâeddin Paşa, Osmanlı Devletinin akıllara işlenen siluetinin mimarı olmuştur.
Kuşatması uzun yıllardır süren İznikin fethi için hazırlıklarını tamamlayan Orhan Gazi, nihayet 1329da İznik surlarının önüne ulaştı. Bizans, İzniki kaybetmesi durumunda Gazileri İstanbul boğazında göreceklerini biliyordu. Bu amaçla yaşlı imparator 2. Andronikosun torunu 3. Andronikos İzniki kaybetmemek ve işgali kırmak için hazırlıklar yapmaya başladı ve Orhan Gazi İznik hisarı önüne henüz ulaşmışken ordusuyla birlikte yola çıktı. Bu durumu haber alan Orhan Gazi, kuşatmayı güvence altında tutacak sayıda askeri İznik hisarı önlerinde bırakıp yanında 5 Bin kadar gazi ile 3. Andronikosu karşılamak üzere yola çıktı. Andronikos, Florkende (Gebze / Darıca yakınları) konuşlanıp savaş hazırlıklarına başladı.
Orhan Gazi, yanındaki 1000 kadar yaya kuvvetle Tavşancıl tepesine konuşlandı. 2 Bin kadar kuvveti ise gizleyerek kanat kuvvetleri haline getirdi. 300 kadar öncü atlı süvariyle ön hatta sürerek ok atışlarıyla Bizans ordusunu üzerine taarruz etmesi için kışkırtmaya başladı. Orhan Gazinin amacı yanındaki 1000 yaya kuvvetle zayıf bir görüntü oluşturmak ve Bizans ordusunu üzerine çekerek savunma savaşı yapmaktı. Ancak Andronikos ısrarla taarruza kalkmadı. 300 atlıdan oluşan öncü kuvvetler birkaç kez daha teşvik edici ok atışlarıyla ilerlese de Bizans ordusu harekete geçmeyince 1000 atlıdan oluşan yeni bir süvari koluyla daha sert ve etkili bir taarruza girişti. Ancak bu taarruz da başarıya ulaşamadı. Bizans ordusu savunma savaşı yapmaya karar vermişti ve taarruz etmeyecekti.
Orhan Gazi, bunun üzerine gizlediği kuvvetleri de açığa çıkartarak topyekûn bir taarruza kalktı. Bunun üzerine Andronikosda aynı şekilde taarruza kalktı. Böylelikle savaş meydan muharebesi haline dönüşmüş oldu. Muharebe yoğunlukla Bizans kuvvetlerinin taarruzları ve Osmanlı kuvvetlerinin savunmaya çekilmesi şeklinde tezahür etti. Bu durum Bizanslı askerleri zafere inandırmaya yetmişti. Askerler artık ümitle zafere ulaşmak için saldırıyor, Orhan gazi ise üzerine gelen taarruzları bertaraf etmeye çalışıyordu.
Orhan Gazinin himayesindeki kıdemli gaziler, savunma yapmak yerine geri çekilen Bizans kuvvetlerinin peşinden giderek onları yıpratmayı tavsiye ediyordu. Ancak Orhan Gazi savunma yaparak düşmanı yıpratmanın daha doğru olacağını düşünüyordu. Haliyle bu durum Bizans askerlerini zafere inandırıyor ve motive ediyordu.
3. Andronikos, bizzat katıldığı son taarruzunda ağır biçimde yaralandı. Bu durum Bizans ordusunda karmaşaya ve telaşa sebep oldu. Bunu öğrenen Orhan Gazi, himayesindeki gazilerin tavsiyelerini daha fazla göz ardı edemedi ve taarruza kalkarak disiplini bozulan Bizans ordusunun üzerine yürüdü. Bizans ordusunun üzerine atılan 300 süvarilik kuvvet karşısında Bizans askerleri utanç verici şekilde kaçarak geri çekilmeye başladılar. Bizans ordusu dört parçaya bölündü ve kontrol edilemez bir keşmekeşe sürüklendi. 3. Andronikos, zafer ümidiyle çıktığı yolculuktan sarayına ağır yaralı olarak döndü (11 Haziran 1329). Orhan Gazi, bu galibiyetten sonra esas hedefi olan İznike yöneldi.
Osman Gazinin garazı olan İznik, daha öncede kuşatılmış ancak kaim surları aşılmaz olan bu kadim Bizans şehri fethedilememişti. Fetih için evvela Bizans ile bağlantısının kopartılması ve İznike destek göndermesi muhtemel tekfurlukların bertaraf edilmesi gerekiyordu.
İznikin kuşatılması aslında Karatigin kalesinin fethedilmesi ile başlamıştır. Bu kalenin fethi ile çevre köylere yerleştirilen Türk göçerleri İznik tekfurunun ve tabii köylülerinin hisardan dışarı başlarını çıkartamaması anlamına geliyordu. Karatigin kalesinin fethinden sonra geçen 25 yılda İznik tıpkı Bursa tekfurluğu gibi fakruzaruret içerisine düşerek zayıflamış ve yılgın düşmüştü. Orhan Gazi, artık zamanı geldiğini hissedince İzniki kuşatma altına aldı. Ancak Bizans İmparatorunun torunu ve İmparatorluğun varislerinden olan 3. Andronikos, kuşatmayı bertaraf etmek için yola çıkınca Orhan Gazi, ardında İzniki kontrol altında tutması için az sayıda gazi bırakarak kuşatmayı geçici olarak durdurmak zorunda kaldı ve 3. Andronikos ile giriştiği savaşta galip gelerek Bizansı bir kez daha bozguna uğrattı.
Artık İznikin fethi için tüm koşullar yerine gelmiş tüm şartlar olgunlaşmıştı. Orhan Gazi, bir kez daha İzniki kuşatma altına aldı (1331). Aslında bu kuşatma İznik için bir felaket değil daha çok bir kurtuluş oldu. Zira İznik halkı hisardan kaçıp gönül rızasıyla Osmanlı tebaasına olmaya başlamıştı. Hatta hisardan kaçamayan köylüler gazilere haber gönderip açlıktan heba olduklarını dile getiriyor, bir anlamda şehirlerinin fethedilmesi için çağrıda bulunuyorlardı. Bu durum İznik tekfuru için bile alışılmış bir durum haline gelmişti artık.
Orhan Gazi İznik surlarının önüne geldiğinde tekfur, tereddüt etmeden elçi gönderip yağma yapılmaması ve can güvenliğinin temin edilmesi durumunda hisarı teslim edecekleri haberini ulaştırdı. Orhan Gazi, Bursanın fethinde olduğu gibi sulh ile hisarı teslim alarak gitmek isteyen köylülerin can güvenliğini tahsis etti, kalmak isteyenleri ise gayrimüslim tebaa olarak kabul ederek muhafaza etti. Orhan Gazinin lütufkâr ve merhametli tavrı gayrimüslimleri ziyadesiyle etkiledi. Aynı durum Bursanın fethinde de yaşanmıştı. Bizans köylülerinin bir kısmı Tekfurlarıyla birlikte Bizansa gitmiş bir kısmı ise Osmanlı tebaası olmayı tercih etmişti. Ancak İznikteki durum çok daha farklıydı. Bu kez köylülerin bir kısmı değil tamamı, hatta tekfurun askerleri dahi hisarı terk etmediler. İznik ahalisi Bizans geleneklerindeki asil-köylü aşağılamasından kurtulmuş, özgür birer köylü olarak yaşayabilme ümidiyle Osmanlı tebaası olmaya ve Müslümanlığı gönül rızasıyla kabul etmeye başlamışlardı. Yalnızca tekfur ve aile efradı Bizansa dönmüş, gayrimüslim İznik ahalisi topyekûn Osmanlı tebaası haline gelerek zamanla Müslüman olmuşlar ve bölgenin demografik yapısını oluşturmuşlardır.
Orhan Gazinin İznike girmesi ise ayrı bir vakadır. İznik ahalisi Orhan Gaziyi işgalci bir komutan gibi değil adeta tahta çıkan yeni hükümdarları gibi karşılamıştı. Orhan Gazinin İznike girmesi bir şölen havasında gerçekleşti. Orhan Gazi bu durumdan ziyadesiyle memnun oldu ve yüce bir merhamet göstergesi olarak İznik halkının durumu ile ilgili tetkiklerde bulundu. Görüldü ki kocaları gerek açlıktan gerekse savaşlarda ölen pek çok kadın dul ve sahipsiz kalmışlardı. Orhan Gazi, âdeti olmayan bir karar verdi ve gayrimüslim dul ahaliyi gazileriyle nikâhlayarak İznik ahalisini tümüyle bağrına bastı. Böylece İznik Bursa ve Yalovada olduğundan daha hızlı ve daha samimi şekilde Müslümanlaştı ve şehir muazzam bir İslam kenti haline geldi.
Orhan Gazi, İznik ahalisine gösterdiği yakın ilgi ve münasebeti bu kadarla kalmadı. Bizzat kendi emriyle büyük kiliseyi Cuma mescidi haline getirdi ve bir manastırı medreseye çevirdi. İmaret kapıları açıldı ve yıllarca açlık ve sefalet içerisinde yaşayan İznik ahalisine pişen aşları kendi eliyle bölüştürdü. Gece kandillerini bizzat yaktı. Orhan Gazi İznikte kendisine gösterilen teveccühten o denli memnun oldu ki; geçici olarak beyliğini İznike taşıdı ve burada yıllarca hem İznik ile hem hal oldu, hem de uzun zamandır aradığı huzur ve sefahati tattı.
Orhan Gazi, İznikin fethi ile bir zamanlar Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı Süleyman Paşanın başkent yaptığı şehri ele geçirmiş, onun oturduğu makamın yeni sahibi olmuştur.
İznikin fethinden sonra Osmanlı Devletinin uç beylikleri ve demografik haritasında değişiklikler meydana geldi. Bu sebeple büyük oğlu Süleyman Paşayı İznike çağırdı ve kendisine bu bölgeyi teslim ederek güvence altına aldı. Murat Han Gaziye ise diğer bir önemli kent olan Bursayı emanet etti. Amcasının oğlu Gündüz Beyi ise Karacahisara tayin ederek sancakların görev taksimini tamamladı.
Osmanlı Devleti, Batı Anadoluda ki hâkimiyet alanını günden güne genişletiyor ve Bizans üzerine yaptığı akınlarla hem namını hem devletini yüceltiyordu. Son olarak İznikin fethi Osmanlı Devletini alelade bir beylik olmaktan çıkartarak Anadolunun müstakbel hükümdarı olarak anılmaya başlanmasına vesile olmuştur.
İznikin fethi Bizansı fazlasıyla ürkütmüştür. Zira Bizans, İznikde yalnızca toprak ve nüfuz kaybetmemiş, Bizanslı köylülerin hüsnü kabul ile topyekûn Orhan Gaziye biat etmesine ve Müslüman olmaya başlamalarına tanıklık etmiştir. Orhan Gazinin adaleti ve Osmanlı Devletinin gayrimüslim politikası kuşattığı her hisarın kolaylıkla teslim olmasına yol açar hale gelmiştir.
İznikin fethinden sonra Orhan Gazinin garazı İzmit olmuştur. Zira Sakarya ovası Aydos-Samandıra hattına kadar fethedilmiş, Yalova ve Bursanın kesin olarak hâkimiyet altına alınmış olması hasebiyle Bizansın Anadoludaki son kalesi İzmit kalmıştır. Bizans için İzmitin kaybı Anadoluda ki topraklarından tümüyle vazgeçmek anlamına geliyordu.
Orhan Gazi, İznik fethinden hemen sonra İzmitin fethi için hazırlıklara başlamış ve aynı yıl (1331) İzmiti muhasara altına almak üzere yola çıkmıştı. Ancak bu fethin seyri diğer fetihlerden farklı bir tezahürde gerçekleşecektir. Orhan Gazi, art arda elde ettiği başarılar ve gazilerinin fütuhat arzuları hasebiyle Bizansın durumunu yeteri kadar tahlil edemeden bir adım atarak İzmitin kuşatmasında acele etmiş ve hisarları muhasara edemeden geri çekilmek durumunda kalmıştır.
Orhan Gazi, daha önce hiç olmadığı kadar güçlü bir ordu ile İzmit önlerine gelmişti. Ancak karşısında daha önce cenk ettiği ve cenk meydanında perişan ettiği Bizans ordusundan çok daha fazlası vardı. 3. Andronikos, dedesi 2. Andronikosun basiretsiz idaresi döneminde rakip hükümdar olarak görev almış, bu süre zarfında Bizansa son bir asır boyunca yaşamadığı zaferleri yaşatarak adeta bir umut ışığı olmuştu. Önce Bizansın en büyük sorunu olan Bulgar taarruzlarına karşı elde ettiği başarılar sayesinde Bulgarları antlaşma yapmaya mecbur bıraktı (13330). Bu gelişme Bizans ordusu açısından bir fırsat oldu. 3. Andronikos, imparatorluk ordusunu yeniden tanzim edip teşkilatlandırarak hem güçlendirdi hem de elde ettiği zaferler ile ordusunun moralini yüksek tutmayı başardı.
Maltepe Savaşında (Palekanon) ülkenin doğu sınırlarındaki istilacı Türkleri bertaraf etmek için çıktığı yolda ordusunun sayıca üstün olmasına rağmen aldığı mağlubiyetle yaralanıp muzaffer bir komutan edasıyla saltanat mücadelesi vermeyi hesaplarken yaralanıp üzerinde pejmürde bir battaniyeyle ateşler içerisinde evine dönen 3. Andronikos için bu ikinci bir şanstı ve bu şansı değerlendirmeyi bildi.
3. Andronikos, Orhan Gazinin İzmiti kuşattığı haberini alınca tanzim ederek güçlendirdiği ve artık hazır hale gelmiş olan ordusu ile karadan ve denizden İzmite doğru yola çıktı. Orhan Gazi, Maltepe savaşında mağlup ettiği Andronikosu tanzim ettiği muazzam ordusunun başında görünce ondan pek beklenmeyen ancak akıllıca bir hamle yaptı ve şartsız sulh yoluna giderek kuşatmayı kaldırdı.
Osman Gaziden hatta Ertuğrul Gaziden itibaren hiçbir Beyin bir savaştan şartsız olarak çekildiği ya da cenk etmekten imtina ettiği görülmüş değildi. Orhan Gazinin bu kararını dönemin koşullarında tahlil edersek bu kararın ne denli yerinde ve akıllıca olduğunu anlayacağız.
İzmit, Bizans için Bitinyanın son kalesiydi. İzmitin kaybedilmesi Bizansın tüm Anadolu hâkimiyetinden vazgeçmesi anlamına geliyordu. Osmanlı için ise fütuhatın bir merhalesinden ibaretti sadece. Olmasa da olurdu ve ertelenmesinde hiçbir mahsur yoktu. Bunun yanında Bizansın bu savaşı kaybetmesi Bizansın sonu olmayacaktı ancak henüz bölgedeki hâkimiyeti kaim hale gelmemiş, Anadolu beyliklerinin birbiri ile rekabet ettiği ve birbirleriyle savaşmaktan çekinmeyeceği bir süreçte bu savaşın kaybı hem Orhan Gazinin hem Osmanlı Devletinin istikbali açısından bir kırılma noktası olabilirdi. Tüm bunların yanında Orhan Gazi karşısında bu denli kuvvetli bir Bizans ordusu görmeyi beklemiyordu. Zira bekliyor olsaydı geri çekilmeyeceği kesindi. Bu anlamda Bizansın siyasi ve içtimai durumunu müşahede edememiş olması bir hataydı. Bu hatayı kabullenmiş olması da kendisinin ne denli feraset sahibi bir hükümdar olduğunu ortaya koymaktadır.
3. Andronikosun kuşatmayı kaldırabilecek kuvvetteki ordusuna karşılık Orhan Gazinin sulh teklifi karşılıksız kalmadı. Ektiklerini henüz yeni yeni biçiyor olan 3. Andronikos, Maltepe Savaşında daha üstün kuvvetlere sahip olmasına rağmen galip gelemediği Orhan Gazi ile yeniden cenk etmek istemiyordu elbette. Üstelik bu durumda kazançlı çıkan kendisi olacaktı. Zira sulh teklifi Orhan Gaziden gelmişti ve dönemin değer yargılarına göre galip gelen kendisi olacaktı. Bunun yanında kuşatma kaldırılarak İzmit kurtarılmış olacaktı. Ve elbette ki Türkleri püskürtmüş olması hasebiyle belki de intikamını bile almış sayılacaktı.
Orhan Gazi, Andronikosa atlar, av köpekleri, leopar derileri ve fars desenli halılar hediye ederek mevcut sınırların korunması ve yıllık 12.000 altın haraç ödenmesi karşılığında geri çekileceğini iletti. Andronikos da buna mukabele ederek süslü bardaklar, ipek kumaşlar ve kendisinin saygınlığını hükümdarlığını tanıdığını ifade eden bir hilat hediye ederek sulh teklifini kabul etti. Andronikos, son Türk çadırı sökülene kadar savaş meydanında kaldı ve Osmanlı ordusunun çekildiğinden emin olduktan sonra arkasında kuvvetli bir savunma bırakarak sarayına geri döndü.
Orhan Gazi, İzmiti ilk fetih girişiminden sulh ile dönse de bu durum Türk Tarihine bir mağlubiyet olarak kaydedilmemiştir. Zira bu sulh ile Bizans vergiye bağlanmış, fetih ise birkaç yıl sonra gerçekleşmiştir.
Orhan Gazi İzmitin fethi için aceleci davranmadı. Zira ikinci bir kuşatma girişiminde de Andronikosun ordusu ile karşılaşması durumunda büyük bir savaşa girişilecek, kazanılsa bile ağır kayıplar verilecekti. Bunun yerine sıra dışı bir hamle yaparak Bizansın esas üstünlüğü olan deniz kuvvetlerine karşı bir hamle yapmaya yeltendi. Osmanlı Ordusu deniz kuvvetleri bakımından zayıftı. Büyük muharebelere girecek kadırgaları hatta filo sayılabilecek bir deniz kuvveti bulunmuyordu. Dolayısıyla Bizans, Orhan Gaziden bir deniz harekâtı beklemiyordu. Orhan Gazi, Karesi beyliğinden ödünç olarak temin ettiği 24 gemiden oluşan bir filoyla Anadolu hisarına taarruz etti. Amacı Boğaz hattında bir kuvvet oluşturarak burada kuracağı yerleşim yerleri ile Bizans ile yakın temas kurmak ve İzmitin kuşatılması durumunda Bizans üzerinden gönderilebilecek bir desteğe karşı öncü kuvvet teşekkül edebilmekti. Bu harekat için Bizans ile ihtilaflı durumda olan Cenevizliler ile ittifak kuruldu ve bir koldan Anadolu hisarı üzerine diğer koldan Bizans surlarının dışında bulunan köylere kıyı hattı üzerinden taarruz etti. Ancak 3. Andronikos, bu taarruzu önceden haber alarak hazırlıklarını yapmıştı. Nihayetinde Andronikos, Bizans kıyılarında gerçekleşen bu harekâtı bertaraf etmeyi başardı. Bu taarruzun bedeli Orhan Gazi açısından 1000 kadar şehit, 300 civarı yaralı ve batırılan birkaç gemi oldu.
Orhan Gazi, Anronikosa karşı yürüttüğü ikinci harekâttan da istediğini alamadan geri döndü. Andronikos ise bu başarıyla hem saygınlığını hem saltanatını güçlendirdi. Ancak Orhan Gazi ne İzmitden ne de Bizans üzerine gazadan vazgeçmedi.
Bizans batı sınırlarındaki Bulgar sorununu çözse de bu kez Arnavut isyancılarıyla uğraşmak zorunda kalmıştı. Andronikos, bu isyanları bastırmak için ordusunun başında sefere çıkınca Orhan Gazinin beklediği gün gelmiş oldu. Ordularını tanzim edip yeniden İzmit önlerine ulaştığında fethin önünde hiçbir engel kalmamıştı artık.
Orhan Gazi, gazilerini derleyip fetih için ordusunu teşekkül ettikten sonra önce Bursa, ardından Yenişehir, oradan da Geyve üzerinden Absuyuna ulaştılar. Önce Oğlu Süleyman Paşa, ardından Ayan Gölü (Sapanca) yakınlarında Aydos ve Samandıradan gelen Abdurrahman Gazi ve mahiyetindeki orduyla birleştiler. Fetih güzergâhında stratejik açıdan tehdit arz edebilecek bir kale bulunuyordu. Bu kalenin tekfuru bugün Yalovada bulunan Koyun Hisar isimli bir bölgenin de kontrolünü elinde bulunduruyordu. Bu hisarın kuşatması ve fethi kısa sürdü. Bizansdan yardım gelmesinin mümkün olmadığını bilen tekfur hisarı teslim edince İzmit güzergâhı emniyet altına alınmış oldu. Bu hisarın fethi aynı zamanda Yalovanın (Yalakova) fethi olarak tarihe kaydedilmiştir.
Orhan Gazi, İzmit surlarına dayandığında İzmit tekfuru Yalakonya, Andronikosun Balkanlarda seferde olması hasebiyle destek gelmeyeceğini biliyordu. Osmanlı kuvvetlerine karşı koyamayacağını anlayıp hisarı anlaşma ile teslim etmeyi kabul etmek zorunda kaldı. Bu antlaşma üzerine hisar yağma yapılmaması ve isteyenlerin güvenle hisarı terk edebilmesi koşuluyla teslim alındı. Tekfur, mahiyeti ve hisardan çıkmak isteyenler güvenle gemilere bindirildi. Bir kısım köylü ise Orhan Gazinin himayesini kabul ederek zaman içerisinde Müslüman oldular. Orhan Gazi, hisar içlerini ve tekfurluğun kontrolünde olan Koyun Hisar adlı bölgeyi Aydosdan gelen gazileri ikamet ettirerek bölgeyi demografik olarak Türkleştirdi ve zaman içerisinde yeni göçlerle Yalova Koyun Hisarı İzmit hattı Osmanlının uç beyliği haline geldi.
İzmitin geniş arazisi ve bölgenin gazilere pay edilmesi tımar sisteminin ivme kazanmasına vesile oldu. Her ne kadar tımar yöntemi Osman Gazi döneminden beri uygulanıyor olsa da fethedilen geniş araziler daha fazla gazinin istifade edebilmesi ve bu istifadenin hakkaniyetle gerçekleşebilmesi için disipline edilmesi ihtiyacını ortaya çıkarttı. İzmit ve Yalovanın fethinden sonra tımar sistemi, gelişi güzel emirlerle değil bir sistem ve kurallar çerçevesinde tahsis edilmeye başlandı. (Tımar sistemi, fethedilen bölgelerin gazilere pay edilerek gaza olmadan da geçinebilmelerine imkân tanıyan ekonomik bir çözüm olarak uygulana gelmiştir)
İzmitin fethinden sonra her büyük fetihte olduğu gibi sancak beyleri ve uç beylikleri yeniden düzenlendi. Orhan Gazi, büyük oğlu Süleyman Paşayı İzmit valisi tayin edip sahil şeridi hattının idaresini Kara Mürsele teslim etti. Oğlu Murad Gaziyi Bey sancağı olan Bursaya vali atayarak iki önemli şehri iki oğluna emanet etti ve kendisi de İznik ile yakından ilgilendi.
Karesi Beyliği, tıpkı Osmanlı Beyliği gibi Anadolu Selçuklu Devleti döneminde batıya göç ettirilerek uç beyliği vazifesi üstlenmiş, kalabalık bir tebaası olan güçlü bir beylikti. Osmanlı Beyliğine nazaran daha güçlü bir ordusu vardı ve Bizansa karşı başarılı gazalar yürütmekteydiler. Osmanlı Devleti ile Karesi beyliği arasında geçmişte bir husumet yaşanmamış, ortak garaz olan Bizans üzerine seferlerde bulundukları dönemlerde iş birliğinde dahi bulunmuşlardı.
Son Karesi beyi İclan Bey (ya da Yahşi Bey) 1341 yılında vefat edince oğulları Demirhan Bey ve Tursun Bey arasında husumet ortaya çıktı. Bu husumet neticesinde Demirhan Bey beylik makamına oturdu, Tursun bey ise Orhan Gazinin himayesi altına girerek Bursaya yerleşti.
Demirhan Bey, gerek tebaası gerekse beyliğin ileri gelenleri tarafından kabul görmedi. Halk da Tursun Beyi istiyordu. Beyliğin ileri gelenleri Vezir Hacı İlbeyi ile birlikte Tursun Beye haber göndererek tebaanın arzusu ile idareyi almasını talep ettiler. Ancak Tursun bey, kardeşi Demirhan Beyle mücadele edebilecek askeri nüfuza sahip değildi. Bunun için Orhan Gaziden yardım istedi. Karşılığında Bergama, Balıkesir ve Edremit bölgelerini Orhan Gaziye bırakmayı teklif etti. Orhan Gazi, Tursun beyin bu arzusunu vesile kabul edip ordusunu hazırladı ve Karesi güzergâhında bulunan pek çok hisarı fethetti.
Fethettiği hisarlar sırasıyla Ulubat, Biliyüz, Ablayund ve Kirmastı tekfurları Orhan Gaziye karşı koymayıp hisarları teslim ettiler. Orhan Gazi hisarların tekfurlarını kendilerine bağlı kalacakları sözü vermeleri karşılığında yerlerinde bıraktı. Ancak Ulubat tekfuru sözünde durmayıp muhtemelen olası bir savaş için hazırlık yapmaya başlayınca bunu haber alıp hisara girerek tekfuru öldürüp kaleyi zapt etti.
Bu fetihler hem fütuhat hem de Karesi beyliğinden alınacak Bergama – Balıkesir Edremit bölgelerine ulaşımın emniyet altına alınması amacı taşıyordu. Hisarların fethi tamamlandıktan sonra Orhan Gazi, himayesindeki Tursun bey ile birlikte Demirhan Beyin içinde bulunduğu Balıkesir hisarının önüne geldi. Demirhan Bey, muharebe edemeyeceği için kaçarak Bergama hisarına sığındı. Orhan Gazi, bunun üzerine Bergama hisarını muhasara altına aldı. Tursun Bey, kardeşi Demirhan Beyi sulha ikna etmek için yanına varmaya teşebbüs etti. Ancak kaleden atılan bir okla öldürülünce Orhan Gazi, halka hitap ederek burası artık benim ilimdir diyerek Demirhan Beyi kaleden çıkartmadan dönmeyeceğini ilan etti. Bunun üzerine Demirhan Bey, canının bağışlanarak zapt edilmesi karşılığında kaleden çıkartılıp Bursaya gönderildi. Böylelikle Karesi Beyliği, tebaası, ordusu ve hazinesiyle birlikte topyekûn Osmanlı Devletine bağlanmış oldu (1345).
Orhan Gazi, veliahdı olarak gördüğü Süleyman Paşayı çağırıp idareyi teslim etti ve bölgeyi tımar ederek gazilerine dağıttı. Böylelikle Karesi, Osmanlı Devletinin o güne kadar sulh yolu ile fethettiği en geniş bölge oldu. Karesinin fethi ile Rumeli topraklarına ulaşmak mümkün hale geldi. Bu tarihten sonra fütuhatın istikameti uzunca bir süre Trakya olmuştur.
Bizans, 3. Andronikosun 1341deki beklenmedik ölümü üzerine saltanat mücadeleleri ve iç savaşlara sahne olmuştu. 3. Andronikosun oğlu Yannis, 9 yaşında tahta çıkartıldı. Ancak Bizans soyluları başarılarından ve devlet adamlığı vasıflarından ötürü Kantakuzenosu hükümdar görmek istiyorlardı. Kantakuzenos, 3. Andronikosun eski dostu, akıl hocası ve ordu kumandanıydı. Yannisin tahta çıkması Bizansı çatışma ortamına sürükledi. Bizans, 1341 1347 yılları arasında saltanat mücadeleleri, iç savaşlar ve doğu sınırlarındaki isyanlarla boğuşuyordu.
Orhan Gaziye karşı pek çok savaşta bulunmuş olan Kantakuzenos, içinde bulunduğu durumdan ötürü Orhan Gazi ile iyi ilişkilere girmek ve saltanat mücadelesinde kendisine bir dost edinmek amacındaydı. Bu amaç uğruna az da olsa Türkçe öğrenip Orhan Gaziye bir mektup yazmıştır. Bu mektubun akabinde ise birebir görüşme fırsatı bularak kendisiyle dost olmayı başarmıştır.
Orhan Gazi ile Kantakuzenosun dostluğu ilerleyen yıllarda da devam etti. Kantakuzenos, genç kızı Teodorayı Orhan Gaziye eş olarak vermek istedi. Orhan Gazi bu teklifi kabul ederek Kantakuzenos ile hem dost hem akraba olmuş oldu. Silivride 3 gün süren görkemli bir düğün ile Teodora ile evlendi (1346).
Kantakuzenos, taht için mücadele etmeye devam etmekteydi ve taraftarlarının da desteğini alarak kendisine sadık 1000 kadar atlı kuvvetle Bizans sarayına girmeyi başardı (1347). Yönetimi darbe ile ele geçirip mevcut hükümdar 5. Yannis Palailogos ile antlaşma yaparak ortak hükümdar oldular. Bu gelişme üzerine Orhan Gazi ile Kantakuzenosun dostluğu iki ülkenin dostluğunu da beraberinde getirdi. Bu dostluk her iki taraf içinde memnuniyet vericiydi. Bizans, güney ve doğu sınırlarındaki komşusu olan Osmanlı Devletine güveniyordu. Osmanlı Devleti ise art arda gerçekleştirdiği fetihlerden sonra devlet teşkilatlanması ve fethedilen bölgelerin Türkleştirilmesine konsantre olabilecekti. Hatta Orhan Gazi, Kantakuzenosun hükümdar olmasından sonra mahiyeti ile Bizans sarayına davet edildi. Kantakuzenosun verdiği şenlikler süresince Bizansda bulunan Orhan Gazi, aile efradı ile birlikte Üsküdarda bir evde ikamet etti. Şenliğin sonunda Bursaya geri döndüğünde Osmanlı Devleti Bizans için barbar bir kavim olmaktan çıkmış, Orhan Gazi ise Bizans sarayında saygıyla ağırlanmış bir hükümdar haline gelmişti.
Orhan Gazi ile Kantakuzenosun dostluğu Türk-Bizans ilişkilerinin müspet anlamda tırmanmasını sağlandı. Öyle ki çok uzun sayılmayacak bir süre önce Bizans topraklarına saldıran, hisarlarını kuşatıp tekfurlarını zapt eden Osmanlı, artık Bizans ile aynı safta savaşmaya başlamıştı. Batı sınırındaki sorunlardan bir türlü kurtulamayan Bizans, Kantakuzenosun Orhan Gaziden yardım istemesi üzerine Sırp Kralı 4. Duşana karşı giriştiği savaşta Süleyman Paşa komutasındaki 10 Bin askerle yardım etmiştir (1350). İlk teşebbüsünde başarılı olamayan Kantakuzenos, ikinci denemesinde de Orhan Gaziden yardım istediğinde Süleyman Paşa bu kez 20 Bin kişilik bir ordu ile Bizans ordusunun saflarında yer almıştır. Aynı savaşın müteakip taarruzlarında ise 22 Osmanlı gemisi Meriç nehrinin ağzında ilk Avrupa seferine çıkmıştır.
Orhan Gazi için bu dostluk fütuhat sınırı olan Bizansın ötesine geçerek Trakya ve Balkanlara uzanabilme fırsatına dönüştü. Kantakuzenos, hükümdarlık ortağı olan Palailogos ile anlaşmazlığa düşmüştü. Palailogos, Sırplarla işbirliği yaparak Edirneyi kuşatmış ve şehri ele geçirmişti. Kantakuzenos, damadı Orhan Gaziden yardım isteyince Orhan Gazi, Bizans ordusuyla birlikte Edirneyi kuşattı ve bir süre sonra da Meriç nehri kıyısında karşılaştığı Sırp-Bulgar ordusunu yok etti. Kantakuzenos, bu gayretlerinden ötürü Orhan Gaziye Çimpe Kalesini tahsis etmiştir. Süleyman Paşa, bu izbe ve çevresinde yerleşim bulunmayan bölgeyi hızla Türkleştirerek Karesiden getirttiği pek çok Türk göçeri ve göçerlerle birlikte Ortadoğudan gelen Arap aileleri Çimpe Kalesi civarına yerleştirdi (1353). Böylece Rumeliye ilk Osmanlı göçleri başlamış, Osmanlı Devleti Rumeli hattındaki ilk kuvvetlerini konuşlandırmış oldu.
Kantakuzenos, basit bir teşekkür olarak düşündüğü Çimpe Kalesini vermekle ne denli büyük bir hata yaptığını anlayıp Süleyman Paşadan bölgeden çekilmelerini talep etmiş, hatta karşılığında 10 Bin altın teklif etmiştir. Ancak Süleyman Paşa bu teklifi reddedince Kantakuzenos, bu kez damadı Orhan Gaziye durumu iletmiştir. Orhan Gazi, önce kendisiyle İzmitde görüşeceğini söylese de sonradan hastalığını mazeret olarak öne sürüp görüşmeye gitmeyince Çimpe Kalesinin geri alınması sürüncemede kaldı. Ardından büyük bir bunalıma giren Kantakuzenos, ortak hükümdar olduğu rakibi Palailogosun tahtı ele geçirme girişimine karşı tahtından feragat edip bir manastırda keşiş hayatı yaşamaya karar verdi (1354). Böylelikle Çimpe Osmanlıya kalmış, Kantakuzenosun hükümdarlıktan çekilmesi ile Bizans ile iyi ilişkiler son bulmuş, fütuhatın istikameti yeniden Bizans toprakları olmuştur.
Çimpe Kalesi, ekseriyetle çevresinde çok az yerleşim yeri bulunan, Rumeli hattındaki pekte önemli olmayan bir bölge ve kaleydi. Zaten pek önemsenmeyen bu bölge, 2 Mart 1354de yaşanan şiddetli bir deprem nedeniyle büyük hasar görünce bölgede yerleşik bulunan Rumlar, taştan ve ağaçtan yapılmış evlerinin oturamayacak duruma gelmesi sebebiyle bölgeyi hızla tahliye etmeye başladılar. Bu deprem Çimpe kalesi civarına iskân etmiş olan Osmanlı tebaası için bir sorun teşkil etmiyordu. Zira daha çok keçe çadırlarda yaşıyorlardı. Gayrimüslimlerin bölgeyi tahliye etmeleri zaten bölgede yayılma politikası sürdürmekte olan Osmanlı tebaası için iskân edilecek yeni araziler ve haneler anlamına geliyordu.
Aslında ne Orhan Gazi, ne de Süleyman Paşa, Rumeli üzerinden fetihler yapmayı, tecrübe etmediği Avrupa steplerine cenk etmeyi ve iyi ilişkiler içerisine girilmiş olan Bizansı batı cenahından kuşatmış olmayı düşünmüyordu. Çimpe kalesi, belki Bizansın hasmı Bulgar ve Sırp toprakları üzerine yapılacak yağma akınları için bir istihkâm noktası olabilirdi ancak Rumeli, en azından Süleyman Paşa için fethedilmek istenen bir bölge değildi. Çimpe Kalesinin savaşsız elde edilmesi, ardından yaşanan deprem nedeniyle civar bölgelerdeki Bizans tebaasının bölgeyi terk etmesi ister istemez bir yayılma politikasına teşvik etmiş oldu.
Müteakip yıllarda Gelibolu ile Bizans surları arasındaki bölge giderek ve hızla göçer Türk boyları ile dolmaya başladı. Adeta suyun yolunu bulması, yamaçlardan derelere akması gibi Karesiden, Bursadan, Yalovadan Rumeliye Türk kitleleri akmaya başlamıştı. Süleyman Paşa, Geliboluda kendisine bir saray yaptırdı. Buradan da anlıyoruz ki Süleyman Paşanın garazı artık Rumeli toprakları olmuştur.
Kantakuzenosdan sonra Bizans, Osmanlı Devleti için dost ya da müttefik bir devlet değil sınır komşusu bir devlet ve gaza edilebilir bir gâvur toprağı haline gelmişti. Önceleri boşalan yerleşim yerlerine göç ettirdiği göçerleri yerleştiren Süleyman Paşa artık içerisinde köylülerin yaşadığı topraklara da girmeye, hatta yağma yapmaya başlamıştı. Rumeli artık sahipsiz bir bölge değil fütuhat için uygun gâvur topraklarıydı. Bizans surlarının dışında yaşayan Bizans tebaası Osmanlı akınlarına canlarını kurtarmak ya da en iyi ihtimalle köle olmamak için surların ardındaki Bizans soylularına sığındılar. Süleyman Paşa, babası Orhan Gazi ve Dedesi Osman Gazi gibi fethettiği topraklardaki gayrimüslimleri bağrına basmıyor, topraklarını yağmalayıp savaş esiri yapıyor ve köle olarak satıyordu. Zira Rumeli Osmanlı İçin bir sınır boyu olmaktan çok sınır ötesi bir fütuhat fırsatıydı. Tüm bunlar olurken Bizans İmparatoru adeta uyuşmuşçasına tepkisiz kalıyor ve itidalli bir politika izliyordu. Haliyle Osmanlı için bu fırsatı geri çevirmek söz konusu bile olamazdı.
Süleyman Paşa, her ne kadar karargâhını Geliboluya kurmuş ve Bizans üzerine akınlar yaparak garazını belli etmiş olsa da Orhan Gazinin göz bebeği ve en güçlü varisi olması hasebiyle omzundaki yük ağırdı. Elbette ki böyle yetenekli bir kumandan Rumeli gibi alelade bir istila hareketiyle kızağa alınamazdı. Osmanlı Devleti için tek cephe Bizans sınırları ve Rumeli değildi. Anadoludaki hareketlilik yeni cephelerin ortaya çıkmasına sebep oluyordu. Doğu sınırlarındaki Eretna Beyliği ve Anadoluda eşkıyalık yapmaktan geri durmayan Moğol artığı Tatarlar (Türkleşmiş Moğollar) Osmanlı için bir tehdit haline gelmeye başlayınca Süleyman Paşa için yeni görev yeri doğu hudutları oldu.
Osmanlının doğu hududu yine bir Türk Beyliği olan Eretna Beyliği bulunuyordu. Eretna Beyliği iç karışıklıklar ve taht mücadelelerine sahne olunca ortaya çıkan keşmekeşten faydalanan Tatar kabileleri Osmanlı hududuna taarruz etmeye yeltenmişlerdi. Süleyman Paşa önce Tatarları bertaraf etti ve ardından ülkenin doğu sınırında idaresiz kalan Eretna topraklarının bir kısmını hâkimiyet altına aldı. Böylece Osmanlı sınırları doğu sınırında da yeni topraklar kazanmış oldu (1354).
Osmanlı Devleti artık Avrupa hudutlarına dayanmıştı. Bu genç ve dinamik kuvvet hem Bizansı, hem Bizansın düşmanları olan Sırpları ve Bulgarları fazlasıyla korkutuyordu. Osmanlı Devletinin taarruzlarından korunmanın en kolay yolu ise Orhan Gazi ile dost olabilmekti. Bu minvalde önce Sırp Kralı ardından Bulgar Kralı elçiler gönderiyor, hediyelerle Orhan Gazinin dostluğunu kazanmaya çalışıyordu. Bizans ise yıllardır devam eden taht kavgalarıyla boğuşmaya devam ediyordu. Bizans tahtının imparatorluk payesini almış olan herkes hükümdar olabilmenin bir yolunu arıyordu. Tahtından olan Orhan Gazinin eski dostu Kantakuzenos, saltanat mücadelesinden tamamen bertaraf edildikten sonra (1354) bir anlamda mücadelesini oğlu Matyosa devretti. İmparatorluk payesi almış olan Matyos, hükümdar olabilmek için Orhan Gazinin dostluğunu kazanması gerektiğini biliyordu.
Orhan Gazi, eski dostu Kantakuzenosun oğlu Matyasdan dostluğunu esirgemedi. Bulgarlara karşı girişilecek taarruzu ve Bizansın saltanat mücadelelerini yakından takip edebilmek Çimpi Kalesinin karşısında bulunan Abidosa karargâhını kurdu. Matyasın kuvvetleri ile birlikte 5 Bin gaziden oluşan Türk birliği Bulgarlar üzerine taarruz ederek düşman ordu kumandanı Voichnası esir alarak Bizansa götürdü.
Bizans hükümdarı 5. Paleologos, elbette bu tehlikeli dostluk karşısında tepkisiz kalmadı. Paleologosun Orhan Gazinin dostluğunu kazanmak için sunduğu teklif gerçekten reddedilebilir gibi değildi. Orhan Gazinin oğlu Halil, başıboş bir yağmacı olan Foçalı Kaletetos tarafından esir düşmüştü (1357) ve Orhan Gazi Foçaya kadar giderek oğlunu geri almaya muktedir olamamıştı. Paleilogos, Orhan Gaziye oğlu Halili kurtarmaya ve kızı ile nişanlamaya söz vererek Orhan Gazinin dostluğunu kazanmayı başardı. Aydın Beyinin aracılığı ile 100 Bin altın ve görkemli unvanlar karşılığında Halil esaretten kurtarıldı. Söz verdiği gibi henüz 10 yaşında olan küçük kızı İreneyi Bizans geleneklerine göre tanzim edilmiş muazzam bir merasimle Halil ile evlendirdi. Tıpkı Kantakuzenos gibi Paleologos da Orhan Gazi ile akraba olarak dostluğunu kazanmış oldu.
Osmanlı Devleti, Bursa ve Bilecikden ibaret olan kesin devlet hudutlarını önce İznik, ardından İzmit ve Karesi boylarına kadar genişletmiş, ardından Rumeliye çıkarak Trakya hattından neredeyse Bizans surlarına kadar yaklaşmıştı. Her ne kadar Orhan Gazinin ilk yılları doğrudan kendi fütuhatları ile gerçekleşmiş olsa da yaşı ilerleyen Orhan Gazi, fütuhat vazifesini cengaver oğlu Süleyman Paşaya bırakmış, kendisi fetholunan İznik ve İzmit de imaretlerle, âlim ve ulamalarla meşgul olarak maneviyat merkezli bir hayat yaşamayı tercih etmişti.
Orhan Gazinin 6sı erkek, toplam 8 çocuğu bulunuyordu. En büyük oğlu olan Süleyman Paşa, Orhan Gaziden sonra devletin en güçlü şahsiyeti durumundaydı. Doğal olarak 3. Osmanlı Hükümdarı olarak görülüyordu. Ancak Süleyman Paşa, 1357de beklenmedik ve amansız bir akıbete uğrayarak Hakka yürüdü. Her Türk beyi gibi ava meraklı olan Süleyman Paşa, bir sürek avında yaraladığı bir hayvanın peşinden giderken atının sendelemesi ile düşerek hayatını kaybetmiştir (1357). Süleyman Paşanın vefatından 2 ay kadar sonra yaşı hayli ilerlemiş olan Orhan Gazide hakkın rahmetine kavuştu (1358). Art arda yaşanan elim vefatların ardından Hükümdarlık makamına beklendiği üzere Orhan Gazinin 2. Oğlu Murad Bey geçmiştir.
Kaynak adres : http://www.turktarihim.com/orhan-gazi.html
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.