14 Ekim 1979 yılında gerçekleşen genel seçimlerin galibi Chp olsa da, Bülent Ecevit‘in hükümet kurma girişimi en baştan sonuçsuz kalmıştır. Esasen Ecevit, ülkede artan anarşi, buna bağlı olarak sosyo-kültürel çöküntü, ekonomik belirsizliklerin, oluşturulacak koalisyonlarla çözülmeyeceğini biliyordu. M.C. oluşumlarıyla Süleyman Demirel‘in başını çektiği sağ partiler grubu (islam ve Milliyetçi Mhp) ülkede çözüm yerine ayrılıkları alevleyen populist siyasetleriyle çatışmaları derinleştirmiştir.
1980’in hemen öncesinde Kenan Evren liderliğindeki yüksek rütbeli subayların ortak bildiri hazırlayarak (uyarı mektubu) hükümete sunmaları 12 Eylül darbesi son uyarısı olarak görebiliriz. Tarihi sorumluluktan istifa ederek kurtulmaya çalışan Bülent Ecevit, Süleyman Demirel‘in “yüz günlük plan” sloganıyla kerhen oluşturduğu 2.M.C. hükümeti ülkenin dibe vuran yapısını elbette tersine çeviremeyecekti.
Sıklaşan Anarşik eylemler, siyasi ayrılıkların çözümünün karşılıklı katliamlarla intikam eylemlerine dönüşmesine tanıklık eden 70’lerin sonlarında, ayrıca Ülkenin fikir önderlerine, siyasetçilere,gazetecilere ve akademisyenlerine suikastler sıklaşmıştır. Türkiye tarihinde “24 Ocak Kararları” diye bilinen sözde ekonomik reform, özellikle üretimin taban noktasına inmesiyle oluşan karaborsacılığa alınan önlemler olarak lanse edilmiştir. İmf ile yürütülen müzakereler neticesinde 12 Eylül sonrası siyasetin baş aktörü konumuna yükselen Turgut Özal’ı da siyaset sahnesine çeker (Başbakanlık Müsteşarı).
Darbenin hemen öncesinde yaşanan Kudüs Mitingi bir anlamda askeri cuntanın hareketini hızlandırmıştır diyebiliriz. İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesiyle, Erbakan önderliğindeki MSP ve destekçileri “Kudüs’ü Kurtarma Yürüyüşü Mitingi” düzenlemişlerdir. 30 Ağustos Zafer bayramı protokolüne ve de Genelkurmayda düzenlenen Zafer Bayramı etkinliğine itibar etmeyen Erbakan’ın, açıkça Devlet düzenine tavır alması asker çevresinde “irtica”olarak değerlendirilmiştir.
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.